Büyükçekmece Mutlu Son Hizmeti Ebru

Büyükçekmece Mutlu Son

Büyükçekmece Mutlu Son

Domuzcuk, ağzı açık, bir an bakakaldı toplantıdakilere.

Sonra sendeledi, yere çöktü. Ralph, denizkabuğunu

Domuzcuk’un elinden aldı.

“Ben de bunu söyleyecektim” dedi. “ama hepiniz…”

Çocukların yoğun bir dikkatle gerilen yüzlerine baktı: “uçak,

alev alev yanarak düşürüldü. Hiç kimse bilmiyor nerede

olduğumuzu. Uzun süre kalabiliriz burada.”

Öyle bir sessizlik oldu ki, Domuzcuk’un tıkana tıkana nefesaldığını duyabildiler. Alçalan güneş, altın gibi yayıldı büyük

kayanın yarısına. Durgun suların üstünde, kendi kuyruklarını

kovalayan kedi yavruları gibi fır fır dönen esintiler, artık

kayaya ve ormana doğru esmeye başlamıştı. Ralph, alnına

düşen karmakarışık sarı saçlarını eliyle itti:

“kısaca uzun süre burada kalabiliriz.”

Hiç kimse bir şey demedi. Ralph güldü ansızın:

“fakat burası güzel bir ada. Bizler, Jack, Simon ve ben dağa

tırmandık. Yaman bir yer. Yiyecek var, içecek var…”

“Ve kayalar var…”

“Mavi çiçekler var…”

birazcık toparlanan Domuzcuk, Ralph’ın elindeki

denizkabuğunu gösterdi. Jack ile Simon sustular. Ralph,

konuşmasını sürdürdü:

“Beklerken, hoş vakit geçirebiliriz bu adada.”

Ralph, her bir yanı gösterircesine kollarını açtı:

“Kitaplarda anlatılanlar benzer biçimde tıpkı.”

Çocuklar, hep bir ağızdan bağlarırdılar:

“gömü Adası gibi…”

Büyükçekmece Mutlu Son

“Kırlangıçlar ve Amazonlar gibi…”

“Mercan Adası şeklinde…”

Ralph, elindeki denizkabuğunu havada salladı:

“Bu, bizim adamız. Güzel bir ada. Çok eğleneceğiz,

büyükler gelip bizi alıncaya kadar.”

Jack, elini uzatıp denizkabuğunu aldı:

“Domuzlar var” dedi; “yiyecek var. Yıkanacak su var

şuradaki minik kaynakta… Her bir şey var. Başka şeyler de

bulanlar yok mu aranızda?”

Jack, denizkabuğunu Ralph’a geri verdi; yerine oturdu.

Başka şeyler gören yoktu anlaşılan.

Ufak bir oğlan, büyükçe çocukların dikkatini çekti o

sırada. Öteki küçüklerden birkaçı, onu ileri doğru itiyor, oğlan

karşı koyuyor, ortaya çıkmak istemiyordu. Altı yaşlarında,

ufacık tefecik bir şeydi. Yüzünün bir yanını olduğu benzer biçimde

kaplayan, karadut renginde bir lekeyle doğantu. Tüm gözler

ona çevrildiği için dik duramıyor; bir ayağının başparmağıyla

yerdeki yaban otlarını karıştırıyor; ağlamaya hazır, bir şeyler

mırıldanıyordu.

Öteki ufak oğlanlar, ağırbaşlı hallerle, fısıldaşa fısıldaşa

Ralph’a doğru ittiler onu.

“Peki” dedi Ralph. “Gel bakalım.”

minik oğlan müthiş bir korkuya kapılıp çevresine bakındı.

“mevzuş.”

Karadut lekeli olan, denizkabuğunu almak için uzanınca,

toplantıdakiler kahkahayı bastılar. Çocuk, derhal geri çekti

ellerini, ağlamaya başladı.

“Bırakın alsın denizkabuğunu!” diye bağırdı Domuzcuk.

“Bırakın alsın!”

Ralph, çocuğu sonucunda kandırdı, denizkabuğunu eline